1- Soğuk savaş sonrası, Sovyetler birliği dağılmış doğu bloğu ülkeleri bir bir bağımsızlıklarını kazanmaya başlamışlardı. Bu ülkeler, öncesinde ekonomik ve siyasi birliğini kurmaya adım adım yaklaşmış bulunan batı avrupa ülkelerinin kurduğu AB'ye eklemlenmeye başlamışlardı. Sovyetler birliğinin dağılmasıyla komunizm tehlikesi ABD için ideolojik olarak ortadan kalkmış oluyordu. Uygulamak istediği kapitalist sistemin devamı için elzem olan " serbest piyasa ekonomisini" dünya çapında yaymak ve uygulamak için karşısında bir engel kalmamış oluyordu. Çin hala varlığını sürdürüyordu ancak, öncesinde ABD ile ilişkileri yumuşak ve uyumluydu. Bu yüzden ABD dünya çapında geniş bir nüfuz alanı buldu kendine. Çift kutuplu dünya sisteminde, güçlü iki ülke etrafında kümelenmiş devletler, soğuk savaşın sona ermesinden sonra istikrarsızlık içine girerek, kendi iç meselerini halledebilecek güce sahip olamamıştır. Bunun en büyük ve acı örneği yugoslavyanın dağılmasında yaşanan iç savaşa karşı, uzun süre karşı önlem alınamamış istikrar sağlanamamıştı.
Fukuyamaya göre, "Tarihin Sonu" teziyle çatışmakta olan 2 ideolojiden biri olan, Komunizmin her alanda iflasıyla, liberalizmin ( kapitalizmin) karşısında mutlak yenilgisiyle Fukuyama bunu "tarihin sonu" olarak tanımlamıştır. Siyasal açıdan sovyetlerin çöküsüyle gerçeklemiş, ekonomik anlamda da, dışa kapalı ekonomiden, serbest piyasa ekonomisinin batı bloğu ülkelerine yerleşmesiyle gerçekleşmişti. Bugün kendine kominist olduğunu söyleyen Çin bile serbest piyasa ekonomisine sıkı sıkı bağlanmıştır. Ancak tamamiyle tarihin sonu olduğu söylemek ve tek kutuplu dünya sistemine geçtiğimizi söyleyemeyiz. Bugün AB siyasi ve ekonomik anlamda istikrarı yakalamış ve önemli bir güç haline gelmiş. Rusya kısa sürede toparlanarak tekrar dünya gücü haline gelmiş. Çin ve Hindistan da büyük bir gelişme içine girmiştir.
S. Huntington, "medeniyetler çatışması" Soğuk Savaş sonrasına tekabül eden 1990'lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini ifade eden bir tezdir. Bu medeniyetler, Batı medeniyeti, Batı Avrupa (Avrupa Birliği) ve Kuzey Amerika merkezli, ama Avustralya ve Yeni Zelanda gibi Avrupalıların yerleşmiş olduğu ülkeler'de de etkinlik sürdürüyor. Bazı ortak dini yapısıyla homojenlik gösteren ülkeler, İslam ülkeleri, Ortodoks ülkeler gibi... Bunların birlikte hareket ettiğini ve kendi aralarında çatışma içinde olduğunu söylemiş. Günümüzde bu tez belli oranda yanlışlanmıştır. Zira İslam devletleri içinde de başka ülke birlikleri içerisinde bulunup, farklı islam devletleriyle ihtilaf içine giren devletler olabilmekte.
I. Wallerstein'ın "Dünya Sistemler Teorisi"nde, Dünyanın her köşesine uzanan kapitalist dünya-sistem kültürel, siyasal ve ekonomik açıdan homojen olmaktan çok uzak bulunmaktadır- Aksine dünya-sistem medeniyetler arasında gelişme farklılıları ve politik gücün ve sermayenin artışındaki temel farklılıklarla karakterize edilir. Dünya sistem teorisi, dünyanın merkez ve çevre olarak bölündüğünü savunur ayrıca bunlar arasında yarı çevre olarak adlandırılan ve tanımını diğerleri ile ilişkisine göre kazanan bölgelerde bulunmaktadır. Bu ayrışmada, merkez ve çevre arasında yapısal ve kurumsallaşmış bir “işbölümü” bulunmaktadır: Merkez, yüksek düzeyde teknolojik ilerlemeye sahip ve ileri düzeyde ürünler üretirken; çevrenin rolü, merkezin temsilcilerine ham madde, tarımsal ürün, ve ucuz işgücü sağlamaktır. Merkez ve çevre arasındaki değişim eşit olmayan şartlarda gerçekleşir: Çevre ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorundadır fakat buna karşılık merkezin ürünlerini daha pahalı almak zorundadır. Bu tez son derece doğrudur. Bugün kapitalizm geçimini, ucuz iş gücü ve hammaddenin olduğu bölgelerden karşılarken, emperyalizmin kabuk değiştirmiş hali olarak karşımıza çıkmaktadır.
2- 1968'de başlayan yeni düzen oluşturma çabaları 1974 yılına gelinceye kadar herhangi mesafe katedilememişti. Rumlar, Türkleri sürekli azınlık statüsünden tutmak istiyorlardı. 1960 yılında yapılan Anayasa uygulamaya konulsada Türklere verilen küçük haklar bile çok görülmüş ve kısa sürede Anayasa, Rumlar tarafından tamamiyle çiğnenmişti. 1974'e gelinceye değin birçok saldırıya maruz kalan Kıbrıs Türkleri, Türkiye'nin rum tarafına aba altından sopa göstermesiyle ve "büyük abinin" konuya dahil olmasıyla duraklama durumuna geçmiş. Ancak 1974 yılında Yunanistan'da iktidara gelen Cunta yönetimi, enosisi gerçekleştirmek amacıyla planlar uygulamaya başladı. Bu planların önünde Makariosu engel olarak görüyorlardı. Bu amaçla EOKA destekli bir darbeyle Makarios indirildi. Bu durumu İngiltere, ABD, Türkiye tanımadığını açıkladı. Ecevit Garanti Anlaşmasının 4. maddesi gereği, İngiltere ile görüştü. Kıbrısa harekatı öngören bu görüşme, İngiltere'nin kabul etmemesiyle son buldu. Türkiye'nin tek taraflı müdahale sözü, ciddiye alınmamasına rağmen, Ecevit Türkiye'ye döndüğü gün harekat için düğmeye bastı ve harekat başlamış oldu.
Uyuşmazlıkların çözümü amacıyla birçok çözüm önerisi sunulmuştur. Bunlardan birisi, federasyondur. Federasyon, iki farklı etnik grubun kontrolünde olan Ada'da iki ulusun yönettikleri bölgelerin üzerinde tüm adayı temsil eden bir federe devletin kurulmasını ön görüyordu. Ancak 1960 yılında yapılan Anayasa'da Türklere kendi yaşadığı bölgelerden kısmi yönetim yetkilerini bile çok görerek, Türklerin sadece azınlık statüsünde kalmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Bu yüzden federasyon onlar için enosis'ten vazgeçmek demekti. Türk azınlığına büyük haklar vermek demekti.
Konfederasyon, 2 devletin bir araya gelerek oluşturdukları bu yapı, üst bir yapı altında birleşerek tek bir devlet gibi hareket etmelerini ifade eder. Bu yapının içerisinde bir Rum devleti, bir Türk devletini ön görüyordu. 1975'de Rauf Denktaş tarafından Kıbrıs Türk Federe devleti ile bu çözüm yolu dillendirildi. Ancak herhangi bir şekilde Türklerin ada'da söz sahibi olmasını istemeyen Rum tarafı bu çözüme'de karşı çıktı.
Self Determination, Halkların kendi geleceğini tayin etmesi demektir. Bu tanıma ve öngördüğü ilkelere göre, aynı topraklarda yaşayan halkların kendi geleceklerini ve anayasalarını kendilerinin yapmasını başka devletlerin buna karışmaması gerektiğini ön görüyordu. Bu kavramın geçerli olabilmesi için öncelikle ada'da 2 halkın yaşadığını taraflardan birinin kabul etmesi gerekiyordu. Rumlar herhangi bir şekilde Türklerin yönetimde söz sahibi olmasına ya da Ada'nın bir unsuru olmasına tamamen karşı çıkıyordu. Bu yüzden iki tarafın oturup bir ortak gelecek tayin etmeleri pek mümkün olmadı.
Fukuyamaya göre, "Tarihin Sonu" teziyle çatışmakta olan 2 ideolojiden biri olan, Komunizmin her alanda iflasıyla, liberalizmin ( kapitalizmin) karşısında mutlak yenilgisiyle Fukuyama bunu "tarihin sonu" olarak tanımlamıştır. Siyasal açıdan sovyetlerin çöküsüyle gerçeklemiş, ekonomik anlamda da, dışa kapalı ekonomiden, serbest piyasa ekonomisinin batı bloğu ülkelerine yerleşmesiyle gerçekleşmişti. Bugün kendine kominist olduğunu söyleyen Çin bile serbest piyasa ekonomisine sıkı sıkı bağlanmıştır. Ancak tamamiyle tarihin sonu olduğu söylemek ve tek kutuplu dünya sistemine geçtiğimizi söyleyemeyiz. Bugün AB siyasi ve ekonomik anlamda istikrarı yakalamış ve önemli bir güç haline gelmiş. Rusya kısa sürede toparlanarak tekrar dünya gücü haline gelmiş. Çin ve Hindistan da büyük bir gelişme içine girmiştir.
S. Huntington, "medeniyetler çatışması" Soğuk Savaş sonrasına tekabül eden 1990'lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini ifade eden bir tezdir. Bu medeniyetler, Batı medeniyeti, Batı Avrupa (Avrupa Birliği) ve Kuzey Amerika merkezli, ama Avustralya ve Yeni Zelanda gibi Avrupalıların yerleşmiş olduğu ülkeler'de de etkinlik sürdürüyor. Bazı ortak dini yapısıyla homojenlik gösteren ülkeler, İslam ülkeleri, Ortodoks ülkeler gibi... Bunların birlikte hareket ettiğini ve kendi aralarında çatışma içinde olduğunu söylemiş. Günümüzde bu tez belli oranda yanlışlanmıştır. Zira İslam devletleri içinde de başka ülke birlikleri içerisinde bulunup, farklı islam devletleriyle ihtilaf içine giren devletler olabilmekte.
I. Wallerstein'ın "Dünya Sistemler Teorisi"nde, Dünyanın her köşesine uzanan kapitalist dünya-sistem kültürel, siyasal ve ekonomik açıdan homojen olmaktan çok uzak bulunmaktadır- Aksine dünya-sistem medeniyetler arasında gelişme farklılıları ve politik gücün ve sermayenin artışındaki temel farklılıklarla karakterize edilir. Dünya sistem teorisi, dünyanın merkez ve çevre olarak bölündüğünü savunur ayrıca bunlar arasında yarı çevre olarak adlandırılan ve tanımını diğerleri ile ilişkisine göre kazanan bölgelerde bulunmaktadır. Bu ayrışmada, merkez ve çevre arasında yapısal ve kurumsallaşmış bir “işbölümü” bulunmaktadır: Merkez, yüksek düzeyde teknolojik ilerlemeye sahip ve ileri düzeyde ürünler üretirken; çevrenin rolü, merkezin temsilcilerine ham madde, tarımsal ürün, ve ucuz işgücü sağlamaktır. Merkez ve çevre arasındaki değişim eşit olmayan şartlarda gerçekleşir: Çevre ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorundadır fakat buna karşılık merkezin ürünlerini daha pahalı almak zorundadır. Bu tez son derece doğrudur. Bugün kapitalizm geçimini, ucuz iş gücü ve hammaddenin olduğu bölgelerden karşılarken, emperyalizmin kabuk değiştirmiş hali olarak karşımıza çıkmaktadır.
2- 1968'de başlayan yeni düzen oluşturma çabaları 1974 yılına gelinceye kadar herhangi mesafe katedilememişti. Rumlar, Türkleri sürekli azınlık statüsünden tutmak istiyorlardı. 1960 yılında yapılan Anayasa uygulamaya konulsada Türklere verilen küçük haklar bile çok görülmüş ve kısa sürede Anayasa, Rumlar tarafından tamamiyle çiğnenmişti. 1974'e gelinceye değin birçok saldırıya maruz kalan Kıbrıs Türkleri, Türkiye'nin rum tarafına aba altından sopa göstermesiyle ve "büyük abinin" konuya dahil olmasıyla duraklama durumuna geçmiş. Ancak 1974 yılında Yunanistan'da iktidara gelen Cunta yönetimi, enosisi gerçekleştirmek amacıyla planlar uygulamaya başladı. Bu planların önünde Makariosu engel olarak görüyorlardı. Bu amaçla EOKA destekli bir darbeyle Makarios indirildi. Bu durumu İngiltere, ABD, Türkiye tanımadığını açıkladı. Ecevit Garanti Anlaşmasının 4. maddesi gereği, İngiltere ile görüştü. Kıbrısa harekatı öngören bu görüşme, İngiltere'nin kabul etmemesiyle son buldu. Türkiye'nin tek taraflı müdahale sözü, ciddiye alınmamasına rağmen, Ecevit Türkiye'ye döndüğü gün harekat için düğmeye bastı ve harekat başlamış oldu.
Uyuşmazlıkların çözümü amacıyla birçok çözüm önerisi sunulmuştur. Bunlardan birisi, federasyondur. Federasyon, iki farklı etnik grubun kontrolünde olan Ada'da iki ulusun yönettikleri bölgelerin üzerinde tüm adayı temsil eden bir federe devletin kurulmasını ön görüyordu. Ancak 1960 yılında yapılan Anayasa'da Türklere kendi yaşadığı bölgelerden kısmi yönetim yetkilerini bile çok görerek, Türklerin sadece azınlık statüsünde kalmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Bu yüzden federasyon onlar için enosis'ten vazgeçmek demekti. Türk azınlığına büyük haklar vermek demekti.
Konfederasyon, 2 devletin bir araya gelerek oluşturdukları bu yapı, üst bir yapı altında birleşerek tek bir devlet gibi hareket etmelerini ifade eder. Bu yapının içerisinde bir Rum devleti, bir Türk devletini ön görüyordu. 1975'de Rauf Denktaş tarafından Kıbrıs Türk Federe devleti ile bu çözüm yolu dillendirildi. Ancak herhangi bir şekilde Türklerin ada'da söz sahibi olmasını istemeyen Rum tarafı bu çözüme'de karşı çıktı.
Self Determination, Halkların kendi geleceğini tayin etmesi demektir. Bu tanıma ve öngördüğü ilkelere göre, aynı topraklarda yaşayan halkların kendi geleceklerini ve anayasalarını kendilerinin yapmasını başka devletlerin buna karışmaması gerektiğini ön görüyordu. Bu kavramın geçerli olabilmesi için öncelikle ada'da 2 halkın yaşadığını taraflardan birinin kabul etmesi gerekiyordu. Rumlar herhangi bir şekilde Türklerin yönetimde söz sahibi olmasına ya da Ada'nın bir unsuru olmasına tamamen karşı çıkıyordu. Bu yüzden iki tarafın oturup bir ortak gelecek tayin etmeleri pek mümkün olmadı.
Yorumlar
Yorum Gönder