İnsanı içinde bulunduğu dünyadaki tüm canlılardan farklı kılan özelliği ‘düşünebilmesi’dir. Düşünce, insanın içinde yaşadığı dünyadan başka bir dünyaya açılan kapıdır. Düşüncenin sınırı yoktur ve insan düşüncenin gücünden yeterliliği ölçüsünde yararlanabilir.
Bugün çevremizi saran her nimet, binlerce yıllık insanlık tarihinin birikimi ve aktarımı sonucunda gelişerek bizleri bugünlere getirmiştir; bugünden de geleceğe taşıyacaktır. Bugün çevremize baktığımızda gördüğümüz her teknoloji, her sanat eseri ilk olarak düşüncenin gücüyle var edilmiştir. Bizler önce düşlerde yaratır daha sonra gerçekleştiririz. Bizler bu düşünce zincirinin bir parçası ve bağlantısı olmamayı seçip, sürgün veren bir ağaç dalının kenarda kalmış ucu olmayı tercih edemeyiz; bunu tercih ettiğimizde salt içgüdüleriyle yaşayan bir canlıdan farkımız kalmaz. Geçmişin tozla kaplanmış raflarında kalan, bizi biz yapan asıl mirasa burun kıvırdığımızda, geleceğe bırakabileceğimiz bir miras da kalmıyor. “3000 yıllık geçmişinin hesabını yapmayan insan, günübirlik yaşayan insandır…’’ Diyor Goethe. Bizler düşündüğümüzde bugün merkezli değil; insanlık tarihi boyunca tüm düşünsel birikiminin açtığı yolun ışığında düşünmeliyiz. Çünkü biz, sadece içgüdüleriyle hareket eden biyolojik robotlar değiliz. Biz, insanlık tarihinin dünden bugününe kat ettiği yolların bizi getirdiği noktada nerede durduğumuzun farkında(?) olan canlılarız. Bundan sonra gideceğimiz yolu da geldiğimiz yol belirleyecektir.
Daha 100 yıl öncesine kadar köleliğin resmi bir şekilde onaylanıp kabul gördüğü bir dünyanın izlerini, bugün farklı bir küresel kültür içerisinde, farklı bir boyutta yaşıyor olabiliriz. Son birkaç yüzyılda insan haklarında yaşanan gelişmeler, düşüncenin önündeki engelleri de büyük oranda kaldırmış ve insanoğlu binlerce yıllık gelişmeleri yıllarla ifade edilebilecek süreye sığdırmıştır. Bu açıdan özgürlük ve düşünce birbirinden bağımsız değildir. Düşünce, yaşayıp gelişmesi için kuluçka ortamı olan özgürlüğe ihtiyaç duyar. Ancak bugünlerde de tamamen özgür kalabilmiş değildir. Düşünce, belki bu zamana kadar karşı karşıya olduğu en büyük tehditle yüz yüzedir: Düşüncenin bulaşıcılık ve kitleleri etkileyip kolektif bir hal alma gibi kötü huyları vardır. Küreselleşen dünyada düşünce bu yüzden büyük bir düşman haline gelebilir. İnsan da en büyük gücü olan “düşünce” karşısında saldırı durumuna geçebilir, kendi düşüncesine karşı olan her düşünceyi idama mahkum edebilir.
Günümüzde düşüncelerini ifade etme ve toplumu etkileme potansiyeline sahip gazeteci kesimin dünya çapında baskılanması veya kontrol alınmasının sebebi de budur. Kitleleri etkileyen her tür fikir tohumu işine gelmeyen odaklar tarafından yasaklanmaktadır. Gücün etrafında odaklanan sistem ve sistemin kontrolünde olan medya gibi vb. enstrümanlarla bizlere düşünme fırsatı vermeden ‘önceden düşünülmüş’ olanı bizlere sunuyor ve gideceğimiz yol belirleniyor.
Düşünceden söz ederken şunu da eklemeliyim; düşünce öncelikle kişiseldir ve kafatasının içine hapsedilememesinin acı sonuçları da olsa, düşüncenin bir şekilde dünyaya yayılıp geliştiğini, büyüdüğünü ve bugünümüzü şekillendirdiğini görüyoruz. Sistemden beslenen her türlü statüko, insanın geçmiş ve gelecekle bağlantısı olma rolünü üstlenen “düşünce’’ye, günümüzde ağır bir darbe indirme girişimi içindedir.
İnsanlığın dönüm noktası olduğunu düşündüğüm bu dönemde, herkesin fikirlerini serbestçe açıklayabileceği ortamlar artmasına rağmen, insanlar fikirlerini açıklamak için kullandığı “ortamlar” tarafından zehirlenmektedir. Günümüzde, olması gerekenin tersine bir ilerleyişle karşı karşıyayız: Kültürün kaybolması, insani değerlerin yozlaşması, üreten insandan tüketen insan modeline geçiş, sadece bize sunulan alternatifler arasında yapacağımız seçimlerle elde edeceğimiz geçici mutluluklar… Bizlere sunulan onlarca alternatif arasında yaptığımız tercihler bizi özgür kılmıyor. Aksine özgürlüğe mahkûm ediyor.
Sınırları zaten belirlenmiş ve birbirinden farkı çok az olan -çok olsa da bizim fark etmekte çokça zorlanacağımız- bu seçimler ve kalıplar içinde farklı alternatifleri düşünemiyoruz. Bize sunulanların birinden yana tercih hakkımızı kullanıyoruz. Kendi alternatiflerimizden yana değil, başkalarının sunduğu alternatiflerden yana seçimler yapıyoruz. Bu, özgürlük değil.
Yukarıda bahsettiğim gibi zincirleri boyunlara vurulmuş olan kölelikten, zincirleri düşüncelere vurulmuş bir köleliğe geçişle karşı karşıyayız. İkisinde de ne yapacağımız ne yapmayacağımız başkaları tarafından belirlenmekte. Ancak birinde davranışlarımıza hükmediliyor; diğerinde kendi rızamızla ipleri başkasının eline veriyoruz. İkincisi çok daha tehlikeli. Kendimizi özgür sanırken, düşüncelerimizi çeşitli mecralarda yazıp çizerken, bizlere sunulmuş kalıplar dışına çıkamıyoruz. Düşüncelerimiz bile bize sunulmuş alternatif düşünce kalıpları arasında seçim yapmaktan ibaret hale gelmiş durumda.
Yukarıda bahsettiğim gibi insanlık tarihinin tüm düşünce sürecine hâkim olmak işte bu açıdan önem kazanıyor. Resmin bütününü görebiliyoruz, geldiğimiz yola bakarak gideceğimiz yolu belirliyoruz. Bugün medya, internet, film, müzik, reklam gibi bize ulaşabilen her kanaldan fikir bombardımanına tutuluyor ve sunulan alternatifler arasında kendimize yer arıyoruz. Ama kendimiz bir alternatif üretemiyoruz. Üretmemiz gerektiğini dahi düşünemiyoruz.
Sonuç olarak, bizi insan yapan en önemli özelliğimiz olan ‘düşünce’ nin elimizden alınmasının, boynumuza geçirilecek zincirden daha da tehlikeli olduğunu ifade etmek istiyorum. İçinde bulunduğumuz “oyun sahasında” özgür olduğumuzu düşünüyoruz. Ama özgür olduğumuzu hissediyor muyuz?
Yorumlar
Yorum Gönder