1- dönem: fransız devrimi ve viyana kongresiyle napolyon savaşları
2-1870 ten 1914
3- dönem: 1914-1939
Orta çağ'da avrupanın siyasal yapılanmasından dolayı küçük ulus devletler ve üzerlerinde kilise örgütlenmesinin kurulmasıyla birlikte devletlerin bütünlüğünü ve temsilliğini krallar tek başlarına yürütmekteydi.
Uluslar ve devlet kralın malı olarak görülüyordu.
-Merkantelist ekonomi geliştikçe devlet ticareti savaş aleti gibi kullanıp devleti büyütme ve sömürme faaliyetlerine başladı.
-Ulus devlet kralın bünyesinde vucut bulsa da uluslar arası rekabetin ortaya çıktığını görmekteyiz.
- Merkantelizim ülkeleri dışarıdan ayrıştırıcı ama içeriden birleştirici gücü ile ilk dönemin başladığını söyleyebiliriz.
2. Dönem
19. yüzyıldaki barış ortamı ve devletler arası ekonomi politikaları ve enternasyolizmin milliyetçilik kavramları arasında bir çatışma yaşanmadan sürdürülebildiğini bir denge mekanizması kurularak sürdürülebildiğini gördük.
-Artan endüstrileşme ve sanayileşme emperyalist politikaları tetiklemiş devletlerin rekabete ve varolma mücadeleri farklı boyutlara ulaşmış ve güçlü devlet olmanın gereği büyük sömürgelere ve hammadde kaynaklarına sahip olmaktı.
-Artan üretime talep oluşturmak için yeni pazarlar da gerekmekteydi.
-Avrupada güdülen denge politikaları yeni bir aktörün (Almanya) oyuna dahil olmasıyla kurulan denge sistemi bozulmaya başlamıştı.
3. Dönem:
ulusun toplumsallaşması üzerine gelişen bu süreçte, ortak bir dava bilinci oluşturulduğunu görmekteyiz. Bunu körükleyen güç ise milliyetçilikti. Bir ulusun varolabilmesi, diğer ülkelerle ekonomik alanda mücadele edebilmesine bağlıydı. Dış açık oluşturmamak için ekonomiyi dengede tutmalılar ve güçlü devletin kendilerini uydu haline getirmemeleri için dışarıdan gelen mallardan gümrük duvaları ile korunmalı, bunu yaparken dışarıya ürün satmak için yeni pazarlar ve hammadde kaynakları bulmak zorundaydılar. Tüm bu artan kutuplaşmalar ülkelerin içerisinde toplumsallaşan yapının bir araya gelerek oluşturduğu homojen yapının bir ulus bilinciyle hareket etmesiyle var olma savaşının içselleştirilmesiyle toplumsal bir hal aldı.
- Birinci dönem de halkı temsil eden devletin varlığı da geleceğide kralin elinde olan ve dış politikayı tamamen kralin kişisel görüş ve ideallerinin belirlediği zamandan bu zamana toplumsallaşan ulus bu mücadeleye dahil oldu.
Zirveye çıkış-
1914 dünya savaşı, dünyada ilk topyekün savaştır. Buda savaşın bir askeri birliğin kaybı yada zaferi ile sonuçlanmayacak, bir ulusun diz çöktürüldüğün de savaşın biteceği anlamına geliyordu. Uluslar arası düşmanlığın (Fransız- Alman) birbirlerine kin gütmeleri ve bunun savaş politikası olarak kullanılmasıyla savaş da daha acımasız bir hal almıştır.
Savaşın sonunda kaybeden devlet değil tüm ulus olacak ve çok ağır şartlarda sonuçlarla yüzleşeceklerdi.
Bu savaş sonunda bir çok ulus devlet ortaya çıkacak milliyetçilik bir çok yere yayılacak imparatorluklar yerini yeni ulus devletlere bırakacaktı. Bugünlerden kalan uluslar arası düşmanlık 2. dünya savaşına kadar taze kalacaktı.
2. Dünya savaşında sonra ve 1. dünya savaşından sonra gördükki güçlü çıkan devletler 1. dünya savaşında ABD ve 2. dünya savaşında gördüğümüz gibi ABD ve Sovyetler tek ulusal bir yapıya sahip devlet değildi. Farklı milletlerden bir araya gelmiş bir ordu, tek bir amaç uğruna herşeyini feda etmeye hazır milletleri yenebildiğini gösterdi. Buda milliyetçiliğin başka boyutta yenilgisiydi.
Enternasyonalizmin geleceği..
Bu kavramın hareket noktası: Ulusu, bireylerin oluşturması gibi uluslar arası sistemi oluşturan temel yapı taşlarınında uluslar olduğu üzerine şekilleniyordu.
Milliyetçiliğin yıkıcı günün uluslar arası sistemle giderilmesi fikri yayılmaya başlıyor.
Bu görüşlerin hareket noktası, 2. dünya savaşı sonrası oluşturulmuş çeşitli uluslar arası işleyen yapılanmaların, programlarına siyaseti karıştırmadan iyi işler başarabilmesi gösteriliyordu.
Uluslar arası düzende güç...
Dünya üzerinde ne tek bir dünya devletinin, ne tek kutuplu bir sistemin yerine üç kutup yada çok kutuplu sistemlerin geliştirilmesi. uluslar arası sistemlerin kurulup birden fazla devletin ekonomik, askeri alanda kuracakları sistem ile birbirine entegre olmaları durumunda 2. dünya savaşına yol açan nedenlerin ortaya çıkmasının engellenmesi ve uluslar arası sistemin farklı diğer sistemlerle dengeye oturması gerektiği görüşü üzerine bir anlatım yapılmış bu bölümde.
İlkeler ve amaçlar
Devletlerin eşitliğinden söz edilemese de, her bir devletin içinde yaşayan kadın ve erkeğin uluslar arası düzende eşit sayılması gerektiği dile getirilmiş yazar tarafından. Kurulacak her uluslar arası sistem bireylerin ayrı ayrı çıkar ve haklarını bağımsız olarak denetleyip savunabildiği ölçüde meşruluğunu ve düzenin devamını sağlayacak hale gelebileceğini savunuluyor.
2-1870 ten 1914
3- dönem: 1914-1939
Orta çağ'da avrupanın siyasal yapılanmasından dolayı küçük ulus devletler ve üzerlerinde kilise örgütlenmesinin kurulmasıyla birlikte devletlerin bütünlüğünü ve temsilliğini krallar tek başlarına yürütmekteydi.
Uluslar ve devlet kralın malı olarak görülüyordu.
-Merkantelist ekonomi geliştikçe devlet ticareti savaş aleti gibi kullanıp devleti büyütme ve sömürme faaliyetlerine başladı.
-Ulus devlet kralın bünyesinde vucut bulsa da uluslar arası rekabetin ortaya çıktığını görmekteyiz.
- Merkantelizim ülkeleri dışarıdan ayrıştırıcı ama içeriden birleştirici gücü ile ilk dönemin başladığını söyleyebiliriz.
2. Dönem
19. yüzyıldaki barış ortamı ve devletler arası ekonomi politikaları ve enternasyolizmin milliyetçilik kavramları arasında bir çatışma yaşanmadan sürdürülebildiğini bir denge mekanizması kurularak sürdürülebildiğini gördük.
-Artan endüstrileşme ve sanayileşme emperyalist politikaları tetiklemiş devletlerin rekabete ve varolma mücadeleri farklı boyutlara ulaşmış ve güçlü devlet olmanın gereği büyük sömürgelere ve hammadde kaynaklarına sahip olmaktı.
-Artan üretime talep oluşturmak için yeni pazarlar da gerekmekteydi.
-Avrupada güdülen denge politikaları yeni bir aktörün (Almanya) oyuna dahil olmasıyla kurulan denge sistemi bozulmaya başlamıştı.
3. Dönem:
ulusun toplumsallaşması üzerine gelişen bu süreçte, ortak bir dava bilinci oluşturulduğunu görmekteyiz. Bunu körükleyen güç ise milliyetçilikti. Bir ulusun varolabilmesi, diğer ülkelerle ekonomik alanda mücadele edebilmesine bağlıydı. Dış açık oluşturmamak için ekonomiyi dengede tutmalılar ve güçlü devletin kendilerini uydu haline getirmemeleri için dışarıdan gelen mallardan gümrük duvaları ile korunmalı, bunu yaparken dışarıya ürün satmak için yeni pazarlar ve hammadde kaynakları bulmak zorundaydılar. Tüm bu artan kutuplaşmalar ülkelerin içerisinde toplumsallaşan yapının bir araya gelerek oluşturduğu homojen yapının bir ulus bilinciyle hareket etmesiyle var olma savaşının içselleştirilmesiyle toplumsal bir hal aldı.
- Birinci dönem de halkı temsil eden devletin varlığı da geleceğide kralin elinde olan ve dış politikayı tamamen kralin kişisel görüş ve ideallerinin belirlediği zamandan bu zamana toplumsallaşan ulus bu mücadeleye dahil oldu.
Zirveye çıkış-
1914 dünya savaşı, dünyada ilk topyekün savaştır. Buda savaşın bir askeri birliğin kaybı yada zaferi ile sonuçlanmayacak, bir ulusun diz çöktürüldüğün de savaşın biteceği anlamına geliyordu. Uluslar arası düşmanlığın (Fransız- Alman) birbirlerine kin gütmeleri ve bunun savaş politikası olarak kullanılmasıyla savaş da daha acımasız bir hal almıştır.
Savaşın sonunda kaybeden devlet değil tüm ulus olacak ve çok ağır şartlarda sonuçlarla yüzleşeceklerdi.
Bu savaş sonunda bir çok ulus devlet ortaya çıkacak milliyetçilik bir çok yere yayılacak imparatorluklar yerini yeni ulus devletlere bırakacaktı. Bugünlerden kalan uluslar arası düşmanlık 2. dünya savaşına kadar taze kalacaktı.
2. Dünya savaşında sonra ve 1. dünya savaşından sonra gördükki güçlü çıkan devletler 1. dünya savaşında ABD ve 2. dünya savaşında gördüğümüz gibi ABD ve Sovyetler tek ulusal bir yapıya sahip devlet değildi. Farklı milletlerden bir araya gelmiş bir ordu, tek bir amaç uğruna herşeyini feda etmeye hazır milletleri yenebildiğini gösterdi. Buda milliyetçiliğin başka boyutta yenilgisiydi.
Enternasyonalizmin geleceği..
Bu kavramın hareket noktası: Ulusu, bireylerin oluşturması gibi uluslar arası sistemi oluşturan temel yapı taşlarınında uluslar olduğu üzerine şekilleniyordu.
Milliyetçiliğin yıkıcı günün uluslar arası sistemle giderilmesi fikri yayılmaya başlıyor.
Bu görüşlerin hareket noktası, 2. dünya savaşı sonrası oluşturulmuş çeşitli uluslar arası işleyen yapılanmaların, programlarına siyaseti karıştırmadan iyi işler başarabilmesi gösteriliyordu.
Uluslar arası düzende güç...
Dünya üzerinde ne tek bir dünya devletinin, ne tek kutuplu bir sistemin yerine üç kutup yada çok kutuplu sistemlerin geliştirilmesi. uluslar arası sistemlerin kurulup birden fazla devletin ekonomik, askeri alanda kuracakları sistem ile birbirine entegre olmaları durumunda 2. dünya savaşına yol açan nedenlerin ortaya çıkmasının engellenmesi ve uluslar arası sistemin farklı diğer sistemlerle dengeye oturması gerektiği görüşü üzerine bir anlatım yapılmış bu bölümde.
İlkeler ve amaçlar
Devletlerin eşitliğinden söz edilemese de, her bir devletin içinde yaşayan kadın ve erkeğin uluslar arası düzende eşit sayılması gerektiği dile getirilmiş yazar tarafından. Kurulacak her uluslar arası sistem bireylerin ayrı ayrı çıkar ve haklarını bağımsız olarak denetleyip savunabildiği ölçüde meşruluğunu ve düzenin devamını sağlayacak hale gelebileceğini savunuluyor.
Yorumlar
Yorum Gönder