Biz, gerçekten “biz” miyiz? Yazıya bu saçma ve düşündürücü soruyla başlamak konuya bodoslama dalmak gibi, biliyorum… Beni oluşturan her atom, her molekül, her hücre sürekli değişme uğramakta ve gidenin yerine yenisi gelmekte, ben her gün yeniden var olmaktayım. Peki ben hala dünkü ben miyim?
Dün yediğim patates kızartmasını bugün özümseyerek onu “kendime” dönüştürdüm. Ama ben patatese dönüşmedim? Aslında tam olarak öyle değil. Patatesin içindeki vitamin, mineral ve bazı bileşikleri vücuduma kattım. Başka biri oldum. Dünden bugüne daha farklı biriyim. Biraz da olsa ben artık patatesim.
Dikkat ederseniz kimse olaya bu açıdan bakmaz. Biz sürekli alıcı konumundayızdır. Doğduğumuzdan bugüne kadar, bünyemize kattıklarımız ile sürekli bir inşa süreci geçirdik. Hala bu süreç devam etmekte. Yukarıda verdiğim patates örneği bize örnek ve bir hareket noktası oluşturması içindi. Dışarıdan aldıklarımızla sürekli değiştik. Bize gönderilen “iletiler” bizlerce çoğu kez sorgulanmadan bünyemize dahil oldu ve biz onları “bize” dönüştürdük. Bugünkü ben dünkü benden farklı da olsa, bunu kabul etmem imkansız. “Hadi canım sen de!” Ben hâlâ benim.
Ama olay dünkü ben ile bugünkü ben arasındaki farkı irdelemek değil. Bugüne kadar “ben” dediğimiz şeyi nasıl inşa ettik? Filmi dünden biraz daha geri sarmamız gerekir. Ayrıca “iletileri” patatesten biraz daha genelleyerek bize sunulan fikirler, hassasiyetler, farkına bile varmadan empoze edilmiş düşünceler, temel değerlerimiz yani bizi biz yapan tüm “yapı taşları” bugüne gelinceye değin bizim kimliğimizi, şahsiyetimizi, benliğimizi oluşturmuş.
Bu iletilerden kaçını kimliğimize dahil olmadan önce sorgulayarak kabul ettik? Şu an sorgulamaktan ve aksini düşünmekten dahi korktuğumuz kaç fikir ile kaplandık? Aslında “ben” dediğimiz o şey, üstü öyle kaplanmış tozlanmış ve derine itilmiş ki… Onu, içeriden tutup çıkarabilmek için sizi siz yapan her şeyi sorgulamaya başlamanız gerek.

Bir patates bile beni farklılaştırıyorken, toplumun birikmiş değerleri karşısında doğuştan savunmasız bu “benin” değişime karşı ne kadar şansı olabilir? Bebeklikten bugüne, bu iletilerden hanginin doğru ve yanlış olduğunu bilmeden, bedenimin yapı taşlarına kattığım bu fikirler, tıpkı patates yedikten sonra da hala aynı ben olduğumu söylemem kadar normal olacaktır. Çünkü bu iletilerle bütünleştik ve onların varlığı bizi endişelendirmiyor ve şüphelendirmiyor.
Biz de sorgulamadan vücudumuza kattığımız bu mirası gelecek nesillere aktarıyor ve “sorgulanamaz düşünceler denizine” bir damla da biz koyuyoruz. Milyarlarca insanın, kişiliğinin temel yapı taşı olarak kattığı bir “fikrin” doğru olduğunu varsaysak bile bu zamanla aktarmalardan kaynaklı bazı sorunlara ve değişmelere neden olacaktır.
Tüm bu belirsizlik içinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu kesin çizgilerle ayırmak gibi yanılgı içerisine girmeyeceğim. Zira en basit bir görüşün bile yanlışlığını ya da doğruluğunu savunamam. Bunun kişisel bir süreç olduğunu düşünüyorum. Herkesin bir fikri olabilir. Ancak asıl sorun, bu fikre nasıl sahip olduğumuz ve bu fikri (iletiyi) nasıl özümseyip savunuyor olduğumuz… Siz bugüne kadar farklı çevrelerden gelmiş iletilerle inşa edilmişken, en kısa ifadeyle “biz, biz değilken” nasıl bizmiş gibi, bize ait olmadığını söylediğimiz fikirlere karşı gelebiliriz?
Eldeki verilerimizi değerlendirmeden evvel, insanların “sosyal öğrenme” ile edinilen alışkanlıklar üzerine yapılmış bir deneyin videosunu koyuyorum. Burada çevreden edinilmiş “iletileri” sorgulamadan kabul eden ve bunu daha sonraki kuşaklara aktaran bireylerin davranışları inceleniyor. Sadece bu videodan bile ders alınacak çok şey var.
Bu gibi birçok davranış ve fikir üzerine inşa edilmiş, kalıplaşmış davranışlarımız, hayata bakış açımız yani kısaca, “ideolojilerimiz” kendimizle çelişmemek için hayatta her olaya, her duruma aynı pencereden baktığımızı hissettirir bize. Şüphesiz her iletiyi sualsiz şekilde kabul etmiyoruz. Bunu kafamızın içindeki önceden oluşturduğumuz terazide önce tartıyor, elekten geçiriyor ve öyle kabul ediyor ya da reddediyoruz. Asıl mesele de terazimize ne kadar güvenmeliyiz?
Öncelikle kendimizi sahip olduğumuz tüm kök salmış düşünce ve davranışların dışına çekerek, sorgulamayı öğrenmeliyiz. Her şeye ön yargılı yaklaşmaktan bahsetmiyorum, aksine her şeye tüm algılarımız açık şekilde yaklaşmalı ve aklın terazisinde tartmalıyız. Unutmayın: Kim olduğumuza, kim olacağımıza kendimiz karar veririz.
Bu yazıyı fazla uzatmamak için ideolojiler ve ideolojiler içinde birbirine zıt “demirden örülmüş duvarla çevrili düşüncelerin” nasıl insanları kutuplaştırdığı ve çatıştırdığı üzerine, bu yazının devamı niteliğinde bir devam yazacağım.
Yorumlar
Yorum Gönder